25 Aralık 2015 Cuma
14 Aralık 2015 Pazartesi
3 Aralık 2015 Perşembe
Su Misali
Orhan Ölmez'i ilk 2005 senesinde "Su Misali" ile tanımıştım. O zamandan beri ne zaman dinlesem hep o yıllara giderim. Dinlerken dinlendirir insanı... Çook güzel bir şarkısını paylaşıyorum bu akşam sizinle.. Umarım beğenirsiniz... Bir de Su Misali'nden bir dörtlük yazalım da tam olsun...
Su misali aktı ömrüm
Ben ne sevgiler gördüm
Bir alev gibi yandım söndüm
İlk değil son olmaz ama, bunları şikayet sanma
Ben sende çok kördüm...
11 Ekim 2015 Pazar
4 Ekim 2015 Pazar
23 Eylül 2015 Çarşamba
Can Suyum
19 Eylül 2015 Cumartesi
Onu görmek
Her köşe başında onu görüyorum artık. Bir gün onunla karşılaşırsam ne yaparım diye düşünüyorum. Onsuz ne hale geldiğimi belki farkedecek. Yine de onun üzülmesini istemem. Çok zor bir duygu ama ne yapabilirim ki o böyle olmasını istemişti. Zorla kendimi sevdiremem ki...
16 Eylül 2015 Çarşamba
Başlıksız Yazı
16 Ağustos 2015 Pazar
Herşey Geçer Zamanla
Her şey geçer zamanla,
Gözyaşlarında biter, umutlarında gider.
Gidenin geri dönmeyeceğini de kabullenirsin.
Merak etme!
Acı çekmeyi de öğrenirsin zamanla…
Yıldızlardan dilek dilerken utanmayı da öğrenirsin.
Sevdiğini başkalarıyla gördüğünde; kabullenmeyi.
Ağlarken gözyaşlarını silmeyende olur.
Yalnız kalmayı da öğrenirsin zamanla.
Kim bilir bir umut saklarsın içinde,
Kimseler girmez, giremez yüreğine,
Herkesi ona benzetir,
Herkesten kaçmayı seversin.
Korkma..!
Gün gelir, sevilmemeye de alışırsın zamanla..!
Gözlerin demir atsada hatıralara,
Anılara selam vermek zor gelir.
Hıçkırıklarının sesini keserken boğulursun.
Çocukluğun düğümlendiğinde boğazına,
Büyüdüğünü zamanla öğrenirsin..!
Herkes yabancı gelir sana,
Herkes bir sen etmez bazen,
Bazen bir sen herkes etmez, kabullenmezsin.
Kabullenmeler gelir günün birinde,
Onun başkasıyla uyuduğunu kabullendiğin gibi.
Kabullenmeyi de öğrenirsin zamanla…
15 Ağustos 2015 Cumartesi
13 Ağustos 2015 Perşembe
Her gün Seninle
güzel olan
her günü seninle tekrar tekrar yaşamak
erimek yarını olmayan zamanlarda
durdurmak bir yerde bütün saatleri
bütün kuralları kırıp parçalamak
sonra varmak o yerlere
mevsimlere dur demek
kar yağarken çiçek açtırmak ağaçlara
güneşi bir akşam saatinde tutup bırakmamak
sonra doldurmak ay ışığını kadehlere
delicesine içmek
ve unutabilmek her şeyi ansızın
sevmek seni en yücesiyle sevgilerin
birlikte geçmiş, gelecek bütün çağları aşmak
güzel olan
sevmek seni tanrılar gibi
seninle tanrılaşmak...
bir gün bu akan sele dur diyeceğim, göreceksin
ne bu şehir kalacak
ne bu duygusuz sürü
bu korkunç kalabalık
her vapur seni getirecek bana
bütün istasyonlarda seni bekleyeceğim
kapılar sana açılacak
senin için söylenecek şarkılar
şiirler senin için yazılacak
her evde bir resmin
her meydanda bir heykelin olacak
ve sen kimi gün bir rüzgar gibi
kimi gün denizler gibi, bulutlar gibi
kopup ötelerden, ötelerden
yalnız bana geleceksin
bir gün bu akan sele dur diyeceğim göreceksin.
ben eskimeyen tek güzelliği sende gördüm
sende buldum erişilmez hazları
yanında sıyrıldım korkulardan, yalanlardan
duyguların en ölmezini sende duydum
susuzluğum dudaklarında dindi
yalnızlığım ellerinde
çoğu gün unuttum açlığımı
sende doydum...
ilk defa seninle bütünlendim, anlıyor musun
anladım yaşadığımı her nefes alışta
seninle geçtim bütün zamanlardan
seninle var oldum
eridim seninle bir sonsuz çalkanışta.
boynunda bir yer vardır, ben bilirim
ne zaman oradan öpsem,
değişir gözlerinin rengi
yanar dudakların, terler avuçların
dökülür kapkara aydınlık gibi
omuzlarına saçların
gitgide artar kalbinin vuruşları
bir musiki halinde dünyamı doldurur
ansızın bütün sesler kesilir
zaman durur
bir baş dönmesi başlar o en yükseklerde
her gün seninle yeniden var oluruz
eriyip kaybolduğumuz yerde...
sesini duymadığım gün
yaşanmış değil
açan çiçek değil
öten kuş değil
yüzünü görmediğim gün
içimde yıldızlar sönük
güneşler güneş değil
seni sevmediğim gün
seni anmadığım gün
olacak iş değil...
her günüm seninle geçsin
o güneşe en yakın
kimsenin varamayacağı bir dağ başında
uçsuz bucaksız uzak denizlerde
insan ayağı değmemiş ormanlarda
uzaklarda, en uzaklarda
o gemilerin uğramadığı limanlarda
işığım ol, alınyazım ol benim
vatanım ol, evim ol
yeter ki bir ömür boyu benim ol
her günüm seninle geçsin...
ümit yaşar oğuzcan
12 Ağustos 2015 Çarşamba
Bir Adın Kalmalı Geriye
Bir adın kalmalı geriye
Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
Aynaların ardında sır
Yalnızlığın peşinde kuvvet
Evet nihayet bir adın kalmalı geriye
Birde o kahreden gurbet
Sen say ki ben hiç ağlamadım
Hiç ateşe tutmadım yüreğimi
Geceleri koynuma almadım ihaneti
Ve say ki bütün şiirler gözlerini
Şarkılar saçlarını söylemedi
Hele nihavend hele buselik hiç geçmedi fikrimden
Ve hiç geçmedi bir topak kan gibi adın
İçimin nehirlerinden
Evet yangın
Evet salaş yalvarmanın korkusunda talan
Evet kaybetmenin o zehirli buğusu
Evet isyan
Evet kahrolmuş sayfaların arasında adın
Sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı
Bu sevda biraz nadan
Biraz da hıçkırık tadı
Pencere önü menekşelerinde her akşam
Dağlar sonra oynadı yerinden
Ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca
Sen say ki yerin dibine geçti geçmeyesi sevdam
Ve ben seni sevdiğim zaman bu şehre yağmurlar yağdı
Yani ben seni sevdiğim zaman
Ayrılık kurşun kadar ağır
Gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın
Yine de bir adın kalmalı geriye
Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
Aynaların ardında sır
Yalnızlığın peşinde kuvvet
Evet nihayet, bir adın kalmalı geriye
Bir de o kahreden gurbet
Beni affet
Kaybetmek için erken
Sevmek için çok geç
Ahmet Hamdi Tanpınar
Gam
“eline sağlık tanrım leyla çok güzel olmuş.”
ibrahim tenekeci
o’nun bıraktığı nefesi alıyorum,
tanrım;
tüm bu güzel hava için
minnettarım.
gülmek diyorum tanrım,
gülmek o’na çok yakışıyor.
izin ver,
yarım yanıma kalsın.
teşekkürler tanrım,
borcum olsun – öderim.
elimden her iş gelir,
yeter ki eli elimde olsun.
tanrım teşekkürler,
bunca yıl biriktirdiğim eksiklerim
eksiksiz ulaştı gönlüme
eksiksizim,
ne olur beni onunla eksiltme.
tanrım minnettarım,
gözlerimdeki boşluğu gözleri dolduruyor.
ama tanrım gözlerim;
o’nun boşluğunu görebilecek kadar uzağı görmüyor,
bizi koru tanrım.
demem o ki tanrım;
bu gece ferhat’ı karşılamaya, dağa çıkıyorum.
anlatacaklarım var, derin.
sen ferhat’a sabır ver,
âmin.
yanına yakıştığım için sağ ol tanrım,
kusura bakmazsa o, ondan önce seni sevdim.
ne güzel sevmişim; yanım o.
iyi ki varsın tanrım.
tanrım affet;
hangi gökkuşağının altından geçip
“o” hazineye kavuştum, bilemedim.
ben, hazineye bakıyordum
göremedim.
teşekkürler tanrım;
o’nun gelişiyle
zihnime yeni yeni tanımlar, harfler, cümleler indirdiğin için.
ya konuşamasaydım?
ulu tanrım,
o dokunduktan sonra
kokmayan çiçekler için de teşekkür ederim.
-yanılmamışım.
iyi ki her yerdesin tanrım;
yoksa
o’nu uykuda
kime emanet ederdim?
teşekkürler tanrım;
dünya dönüyor
inan, daha iyi bir beşik bulamazdım.
***
tanrım;
daha önce ağlamasaydım
gamzemin yolunu bulamazdım,
yolu gösterdiğin için
minnettarım.
***
senin bu yazından sonra
“yazıyorum” dediğim için
utanıyorum tanrım.
yazın çok güzelmiş.
tüm bebekler için teşekkür ederim tanrım;
o’nun gülüşüne koyduğun
tüm bebekler için
teşekkür ederim.
-büyüksün.
tanrım;
bugün için de teşekkür ederim,
bize her gün karşılıksız sevmeyi “anne” ile gönderdin,
bugün o’nu annemin sesiyle sevdim.
ve ulu tanrım;
sabah ezanı için,
minnettarım.
11 Ağustos 2015 Salı
6 Ağustos 2015 Perşembe
1918 - Ölenler Öldü - Yahya Kemal Beyatlı - Resimli Şiir
ÖLENLER ÖLDÜ
YAHYA KEMAL BEYATLI
Bir Seviyi Anlamak - Özdemir Asaf - Resimli Şiirler
Cemal Süreya - O Kadar Unutmuştun ki - Resimli Şiir
Kelebek
Belki bir kelebek o kadar memnun ki rüyasından, uyanmak istemiyor uykusundan…
Kelebeğin Rüyası
Hatırlamak
Sevgili şair, belki de sen haklısın. Susmak en iyisi. Unutmak değil de belki hatırlamamak mümkündür.
Kelebeğin Rüyası
3 Ağustos 2015 Pazartesi
Notlarım 1
Onu o kadar çok özlemişim ki aradan seneler geçmiş sanki. Hala o kokusunu hissediyorum yanımda. Ne tarafa baksam onu görüyorum. İnsanları ona benzetiyorum. Koskoca bir şehir o olmadan anlamını yitirdi.
Ben onun gözlerine bakamıyordum. Bir ara sürmeli görmüştüm o gözleri ah be vicdansız kız dedim kalp var bende ne bu güzellik böyle dedim. Çok sonra anladım rüya olduğunu. Aslında uzun sürmüş rüyam ya ben yanlış yaşamışım onu ya da o hiç karşıma çıkmamış. O köşebaşında ışığın altında onu bekliyorum hala gelcek mi diye bugün de gelmedi. Gelir elbet.
2 Ağustos 2015 Pazar
Senin Yanında
-Nerede olduğunun, nasıl göründüğünün,
kaç yaşında olduğunun, bir anlamı varmıdır ?
-İki gönül bir olunca. . .
Ansızın
Ben sensiz olanlara seni aratıyorum,
Ben sensiz kalanlara seni yaratıyorum,
Seni saklayacağım, seni yazıp-andıkça
Kendimi çoğaltıyor, seni kuşatıyorum.
Unutturmayacağım, seni yaşatacağım,
Kendimi çoğalttıkça, seni kuşatacağım,
Her zamanda, her yerde sen bende yaşadıkça...
Sen evreninde sana seni aratacağım.
--Özdemir Asaf - -
Sen Gelirsen
ama bu kente gelirsen unutma beni ara
sana bir çay ve temiz yaralar ısmarlarım
-osman konuk
Kadınım
Kadınım
Gözlerinde arıların uyuduğu bal güzelliğim.
Ben sende kaybettiğim anamı,
Aradığım çocukluğumu buldum.
Bir evlat gibi bağlandım sana.
Senin uzağına düşünce,
Kağıdından ayrılmış bir kalem gibi,
Kalbimin iç cebine akıyor mürekkebim.
Ondandır sol göğsümdeki şiir lekesi.
Kadınım
Soyadımın bahçesi,
Evimi adının yanına kurdum.
Artık bütün atlasları reddediyorum.
Çünkü;
Benim dünya haritam,
Senin boydan çekilmiş fotoğrafın.
Vücudunun her yanı başka bir ülke,
Soluk soluğa koştuğum...
Gözlerin...
Diyorum ki çok çay içelim, uzun uzun susalım.
Gözlerinde duralım sonra bir şiirlik uçurum.
Tek ayak üzerinde beklerse yorulur mu dünya?
Savaş soğuk, kuşlar güzel.
Allah büyük
Özledim Seni
Ellerini tutup sıcaklığını hissetmeyi özledim
kısaca seni özledim ben seninle içtiğim o kahvenin o tarifsiz tadını özledim
bana kızmanı ve hatta bazen sinir olmanı özledim
tepkime kızıp sigarayı bi hışımla söndürüşünü
kısa bir sessizlikten sonraki o gülüşünü görmeyi özledim
kısaca seni özledim ben
sana bakarken gülümsemeyi özledim
gözlerine mühürlenip öylece kalmayı
soğuk günlerde sımsıkı sarılıp sıcaklığınla ısıtmanı özledim
bir nefes gibi derin derin içime çekmeyi
ömrün son demine dek izlenmeyi
kısaca seni özledim ben
şu minik dünyamda ki koskocaman sevgiyi canlı canlı hissedebilmeni
ve sonrasında gözlerinin parladığını görmeyi özledim
bana olan güvenini sadakatini özledim
içimde tutsak ettiğim duygularımı yüzüne söylerkenki halimi/zi
ve akabinde senin söylediklerinin yanımda benimkilerinin hafif kalışını özledim
otobüste uyuklamalarımızı özledim.. ve
benden önce uyanıp kulağıma birşeyler fısıldamanı özledim
aniden sarılarak korkutmalarını özledim
kalp atışlarını duyabilmeyi özledim
sonra..sonra kokunuda özledim ben
takvimlerden rakamlar değil sen düşüyorsun üzerime
saatlerinde rakamlarını unuttum ben
sen giderken saat kaçtı ki ney hatırlamıyorum hatırlayamıyorum
akreple yelkovanında özlediğim seni görüyorum hep
sebebim´i sebebim gece.. sebebim´e sebebim kala..sebebim..sebebim
sensiz geçen zaman düşman sanki
sende sen bende sen.. herşeyde sen.. hepsi sen
yokluğun ateşten bir gömlekmiş sanki hergün istemeyerek üzerime giydiğim
gözlerimi gözlerine istersen bi ömür mühürlerim
hadi durma ! aslını resmet ruhuma sevdiğim
kısaca seni özledim sebebim
Yalnız adam
Bir yalnız adam tanıdım...Kimsesi yoktu...
Geceler kucak açmıştı ona,
Yalnızdı her sokak lambasının altında..
Arkadaşları sadece kaldırımlar,sokak lambaları,geceler oldu..
O anlatırdı kaldırımlar,sokak lambaları,geceler dinlerdi..
Bir yalnız adam tanıdım.Sakin,sessiz ve ürkekti...
İçine kapanıktı,yalnızdı..
Kimseler bilmezdi,görmezdi onu..
Ya da görmek istemezdi..
Nedense hep insanlardan kaçardı..
Sanki insanlardan korkuyordu..
Bir yalnız adam tanıdım,Kimseye güvenmiyordu...
Ama cesurdu birazda ürkek..
Kendi halinde bi yaşamı vardı..
Ne çok sorunu vardı belkide,Kimbilir...
Fırsat bile vermeden uzaklaşırdı,kaçardı..
O yalnızdı...
Tek dostları kaldırımlar,sokak lambaları ve gecelerdi..
Zaten gündüzleri gözükmezdi. .
Geceleri ise her hangi bir sokak lambasının altında...
O konuşurdu dostları dinlerdi...
Bazen de güneşin doğuşunu izlerlerdi..
Sanki hayatla küsmüştü,yıpranmış bir hali vardı..
Yalnız adamdı o..
Üstünde kirli ve eskimiş paltosu vardı..
Pantolonuda çok eskimişti ve paçaları genişti..
Ayakkabıları ise yırtıktı..
Onu tanıyan kimse yoktu..
Kimse görmemişti onu..
İsmini dahi kimse bilmiyordu..
Ben ona yalnız adam diyordum..
Yalnız yaşıyordu,Evi sokaklardı..
Belli ki kimseye kötü davranmamış
Belli ki ona hep eziyet edilmiş..
Bir yalnız adam tanıdım..
Ama o okadarda yalnız değildi...
Dostları vardı. .
Kaldırımlar,sokak lambaları ve geceler onun tek dostuydu..
Ve onun son nefesine kadar da yalnız bırakmadılar..
O yalnız adamdı..
Öldüğünde de yalnızdı...
Alışmıştım ona..
Belki deliydi ama cesurdu..
Rahat uyu yalnız adam rahat uyu...
Sen ve Ben
Sana onları neden anlatmadım bilmiyorum.
Belki herkes kendi telaşına düştü.
Belki sen yoktun.
Belki de bu mektup hiç yazılmadı.
Belki de bir kelebek;
O kadar memnun ki rüyasından, hiç uyanmak istemiyor,uykusundan.
Yılmaz Erdoğan
Yavuz Bülent Bakiler-Şaşırdım Kaldım İşte
Sözde, senden kaçıyorum dolu dizgin atlarla..
Bazen sessiz sedasız ipekten kanatlarla..
Ama sen hep bin yıllık bilenmiş inatlarla..
Karşıma çıkıyorsun en serin imbatlarla..
Adını yazıyorsun bulduğun fırsatlarla..
Yüreğimin başına noktalarla.. Hatlarla..
Başbaşa kalıyorum sonunda heyhatlarla..
Sözde, senden kaçıyorum doludizgin atlarla.
Ne olur bir gün beni kapında olsun dinle..
Öldür bendeki beni..
..Sonra dirilt kendinle!
Çarpsan karasevdayı en azından yüzbinle..
Nasıl bağlandığımı anlarsın kemendinle..
Kaç defa çıkıp gittim buralardan yeminle..
Ama her defasında geri döndüm SENİNLE..
Hangi düğüm çözülür.. Nazla.. Sitemle.. Kinle..
Ne olur bir gün beni, kapında olsun dinle..
Şaşırdım kaldım işte, bilmem ki n'emsin..?
Bazen kızkardeşimsin.. Bazen öpöz annemsin..
Sultanımsın susunca, konuşunca kölemsin..
Eksilmeyen çilemsin..
Orada ufuk çizgim, burda yanım yöremsin..
Beni ruh gibi saran sonsuzluk dairemsin..
Çâresizim.. Çâremsin..
Şaşırdım kaldım işte bilmem ki neyimsin...
Sevmek
"Sevmek" bir kelimedir,
"Siyah saçlı" dersem bir kız için
Sıfat söylemiş olurum.
"Ben siyah saçlı bir kız sevdim" bir cümledir.
Sevda dolu bir cümle
Nokta koymalı, durmalı zira
Zira "açlık" da bir kelime
Cümleye gelmez siyah saçlı kız gibi
Ah elbet dolaşırsa ölüm sık sık dilime
"Öleceğim, ölüyorum, öldüm"
Diyeceğim bir gün
30 Temmuz 2015 Perşembe
Yokluğun Çok Soğuk
Kapanmaz yaralara, tuz basar gibi yağdı kar
Masada onca yarım kalmış şiirlere inat
Gözlerimde kırılgan ümitlerle
Düşen her kar tanesinde, düşledim seni
Demlikte son bir iki bardak çay
Pikapta yıllanmış bir İlhan İREM kırkbeşliği
“Ağlama arkadaş, ağlama aşk için”
Kar yağdı, ben ağladım
Gece, kar ve her yer sen
Ne yalan söyleyeyim
Bu mevsimde de bembeyaz özledim seni
Hem de hiç özlememem gerekirken…
Çok da kar yağacakmış,
Dikkat et kendine ve üşütme yüreğini
Hem, sende çok iyi biliyorsun ki
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak artık
Daha bir soğuk ve daha bir acı geçecek mevsimler
Karlar yağdığında çok özledim demeyecek biri bana
Ve ben karakışa inat düşmeyeceğim yollara
Sana kavuşmak olmayacak bundan sonra ki yıllarda
Pembe eldivenleriyle kartopu atan
Ve yanağı soğuktan kızaran bir kız bilmeyeceğim
Artık yan yana bile üşüyemeyeceğiz…
Anlıyor musun?
Ama alışkınım ben soğuğa karakışa, beni merak etme
Bırakıp gittiğinde donup kalmıştım ya ardın sıra
Bilirim ben, bilirim donmak ne demek
Bilirim, donarak ölmek ne demek…
Sen dikkat et kendine
Üşütme yüreğini, üşütme gözlerini
Bak şimdi…
Kardı kıştı derken, gelip dondun gözlerimin önüne
Gece, kar ve her yer sen
Ne yalan söyleyeyim
Bu mevsimde de bembeyaz özledim seni
Hem de hiç özlememem gerekirken…
29 Temmuz 2015 Çarşamba
15 Haziran 2015 Pazartesi
Bazı Aşklar, Yalnızca Ayrılıkları İçin Bile Değer
Ne de gözyaşımın tuzundan haberin olmayacak sevgili
Öpemeyeceksin artık ve silemeyeceksin mendilinle
Seni çok özledim deyip sımsıkı sarılamayacaksın boynuma
Ciğerlerinde benim kokum, olmayacak artık sevgili
Karlarda yağmurlarda yürüyeceksin, belki bir başına üşüyeceksin
Üşürse ellerin, yanın da olmayacak ellerim..
Üzülmeyeceğim demiyorum
Tanırsın beni sen ve biliyorsun ki çok üzüleceğim
Ola ki bir gün gelirde;
Denizin kokusu, sahilde bir bardak çay, sıcacık bir kestane
Yıldızda bir dolmuş hengâmesi ya da saksıda bir narçiçeği
İkimize ait bir anı kımıldarsa yüreğinde
Üzme kendini, hiç ama hiç üzülme
Hatta ve hatta gülümse, öyle gülümse ki
Gözlerindeki yaşların, mutluluktan aktığını zannetsinler
Ne kadar mutlu olduğunu düşünsünler
Onsuzda mutlu olabiliyormuş işte desinler
Ben mi?
Ben o gün, bu gündür böyle kahkahalar içindeyim…
Varsın böyle bilsinler sevdiğim
Varsın böyle bitirsinler…
Üstad Murathan MUNGAN şiirinde derki
“Bazı aşklar, yalnızca ayrılıkları için bile değer….”
Değdi narçiçeğim, değdi…
Acın ömrüme değdi…
Akif AKTAŞ
11 Haziran 2015 Perşembe
Yokluğun Çok Soğuk
( Arabesk günlerimdeyim, idare edin olur mu :))
2 Haziran 2015 Salı
Mihriban Şiiri İncelemesi - Abdurrahim Karakoç - Şiir Vakti
Mihriban Şiiri Dinle
MİHRİBAN-ABDURRAHİM KARAKOÇ
MİHRİBAN
Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban.
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban.
Yâr deyince, kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor
Lâmbada titreyen alev üşüyor
Aşk, kâğıda yazılmıyor Mihriban.
Önce naz, sonra söz ve sonra hile...
Sevilen, seveni düşürür dile
Seneler, asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban.
Tabiplerde ilâç yoktur yarama
Aşk deyince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban.
Boşa bağlanmamış bülbül, gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne...
Şaştım kara bahtın tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban.
Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi, gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı...
Çözemedim... Çözülmüyor Mihriban.
Dosta Doğru
ABDURRAHİM KARAKOÇ
ŞİİR İNCELEME PLANI:
ŞİİRİN BİÇİM YÖNÜNDEN İNCELENMESİ:
-NAZIM BİRİMİ : DÖRTLÜK.
-6 DÖRTLÜKTEN OLUŞMUŞTUR.
-ŞİİRİN ÖLÇÜSÜ VE DURAKLARI: HECE ÖLÇÜSÜYLE YAZILMIŞTIR. 11 ‘Lİ HECE ÖLÇÜSÜ KULLANILMIŞTIR. SON DİZELER 4+4+3 ŞEKLİNDEDİR. DİĞER DİZELER İSE 6+5 DURAKLAMALIDIR. FAKAT 3.DİZE DE BAZI YERLERDE 4+4+3 BAZI YERLERDE DE 6+5 DURAKLAMA KULLANILMIŞTIR.KAFİYE DÜZENİ a-b-a-b , c-c-c-b DİYE İLERLEDİĞİ İÇİN b DİZELERİNDE 4+4+3 DURAKLAMA KULLANILMIŞTIR.
-KAFİYE(KAFİYE ÇEŞİTLERİ) VE REDİFLER:
1.KITA: LÜM= ZENGİN KAFİYE. Ü= EK REDİF
Z= YARIM KAFİYE. ÜLMÜYOR-İLMİYOR = EK REDİF
MİHRİBAN =REDİF
Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban.
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban.
2.KITA: Ş= YARIM KAFİYE
ÜYOR-IYOR-ÜYOR = EK REDİF Z=YARIM KAFİYE ILMIYOR=EK REDİF MİHRİBAN=REDİF
Yar deyince kalem elden düşüyor,
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor.
Lamba da titreyen alev üşüyor,
Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban.
3.KITA: İLE=YARIM KAFİYE Z=YARIM KAFİYE ULMIYOR=EK REDİF MİHRİBAN=REDİF
Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban
4.KITA: AR=TAM KAFİYE AMA= EK REDİF Z=YARIM KAFİYE İLMIYOR=EK REDİF MİHRİBAN=REDİF
Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşk deyince ötesini arama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban
5.KITA: L = Yarım Kafiye ÜNE-ÜME = Ek Redif Z =Yarım Kâfiye İLMİYOR = Ek Redif MİHRİBAN = Redif
Boşa bağlanmamış bülbül gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Saştım kara bahtım tahammülüme
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban
6.KITA: AM = Tam Kâfiye I =Ek Redif Z= Yarım Kafiye ÜLMÜYOR = Ek Redif MİHRİBAN = Redif
Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi gamı
Bir kör düğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban
-KAFİYE ŞEMASI:
1.KITA: a-b-a-b
2.KITA: c-c-c-b
3.KITA: d-d-d-b
4.KITA: e-e-e-b
5.KITA: f-f-f-b
6.KITA: g-g-g-b
ŞİİRİN İÇERİK YÖNÜNDEN İNCELENMESİ:
ANLAMI BİLİNMEYEN KELİMELER VE DEYİMLERİN AÇIKLANMASI:
BELLEMEK: Hasta yoklamak, hasta ziyaretine gitmek.
SEZMEK: 1. Sezmek, hissetmek, farkına varmak. 2. Zannetmek, tahmin etmek.
TABİP: Hekim.
HUDUT: 1. Sınır 2. Uç, son.
GAM: Tasa, kaygı, üzüntü
ŞİİRİN BÖLÜMLER HALİNDE AÇIKLANMASI:
1.KITA: Benim deli gönlümü sarı saçlarına bağlamışlar diyor. Yani biz birbirimizi için varız.Bizi birbirimize bağlamışlar çözülmüyor kimse çözemiyor demek istiyor.Onların aşkı o kadar kuvvetli ki kimsenin gücü onları ayırmaya yetmiyor.Ölümü ayrılıktan zor sanma diyor.Eğer göremiyorsan bile onu hissedebilirsin , hatırlayabilirsin ,onu zihninde düşünebilirsin diyor.Mihriban’a olan aşkını anlatıyor.
2.KATI: Yar diyince insanın sürekli sevgiliye bir şeyler yazası geliyor, kalem elinden eksik olmuyor yar uzakta olunca. Gözler yarı yani sevdiğini görmeyince gözleri görmüyor onsuz yapamıyor aklı şaşırıyormuş.Onun Mihriban’a olan aşkına lambadaki alevler bile üşüyormuş.Ne kadar Mihriban’a olan aşkını kağıda yazmak istese bile sığdıramıyor onu çok seviyor, aşkını anlatmaya kağıt yetmiyor.Mihriban’a olan hasretini anlatıyor.
3.KITA: Önce naz yapıp sonra söz verip güvenini kazandıktan sonra işin içine hile girmiş. Sevilen seveni dile düşürür.Çünkü sevilen kişi seveni onun kadar çok sevmemiştir.On verilen değeri dillere düşürüp küçümsemiştir.NE kadar ay ,yıl geçse bile insanın içindeki hala kalıyor ve o düzen o töre o alışkanlık hiçbir zaman değişmiyor.Çaresiz .acı çektiğini anlatıyor.
4.KITA: Mihriban’ın ona yaptıklarının acısını dindirecek ilaç hekimlerde yok.Çünkü içi yanıyor acısını hekimler geçiremez.Her güzel şeyin bir sonu olsa bile konu aşk olunca ötesine geçilmiyor.İnsanları çok kötü etkileyebilir.İçindeki acısını dindirecek hekimi bile olmayabiliyor.Konu Mihriban’a olan aşkı olunca ötesine geçilmiyor ve aşka kimse yelken açamıyor , kimse ona bir son bulamıyor.
5.KITA: Bülbül boşu boşuna gülüne sarılmaz. Onu kaybetmekten korkar ve öyle bağlanmıştır ki ondan vazgeçemez, vazgeçmekten korkar.Konu aşk olunca yanan yerine kar bile koysan aşka galip gelemez ve oda köz, kül olur aşkın yanında.Artık Mihriban’ın ona yaptıklarına şaşırıyor onsuz hayat istemediği, o kadar hasret olduğu için bu durumdaki haline çok şaşırıyor.Ve bahtına tahammül edemiyor.Ne yaparsa yapsın hangi yolu denerse denesin , taşa bile çalsa ezemiyor.
6.KITA: Aşkı ne kadar anlatmaya çalışsanda aşk tarif edilemiyor çünkü sığmıyor.Aşkın anlamı o kadar geniş ki her şey yanında ufacık kalıyor.Bu acıyı sadece çeken bilir.Üzüntüsünü , acısını anca çeken bilir .Baştan sona her şeyi çözülemeyen bir düğüm gibi ne kendisi işin içinden çıkabiliyor nede çözülebiliyor.
ŞİİRİN ANA DUYGUSU (TEMASI):Mihriban’ın yaşattığı aşk, özlem, hasret ve çaresizlik.
ŞİİRİN TÜRÜ: Şiirin türü koşmadır. Koşmalar genelde Aşık Edebiyatı’nda görülür.
Halk edebiyatında en çok kullanılan biçimdir.
Genellikle hece ölçüsünün 11’li(6+5 ya da 4+4+3) kalıbıyla yazılır.
Dörtlük sayısı 3-6 arasında değişir.
Uyak düzeni genellikle şöyle olur:baba , ccca, ddda…
Aşk, ayrılık, gurbet gibi geniş çerçeveli konuların işlendiği bir türdür.
Dili sadedir.
ŞİİRİN YORUMLANMASI: Şiir o kadar derinden etkiliyor ki insanı. Hani bir insan hayat boyu beklediği, sevmek istediği işte ömrümü veririm bu sevdaya dediği gibi bir aşk olur ya yazarda Mihriban’ı öyle sevmiş.Öyle hasretine dayanmış.Sarı saçlarını, sevgisinin bağını koparmaya kıyamazken ayrılık konusu bile çoktan açılmış yüreğinde.İnsan sevdiğine hasretken,göremeyince uzak mesafeler bile engel olabiliyor.Fakat insan görmeyince sezmekte de zorluk çekiyor.Aşk öyle kutsal bir şey ki insanı şair bile yapabiliyor.Duygularını kimseye açamadığı durumda bir kağıt ve bir kaleme sarılıyor.Fakat konu sevdiğin olunca akan sular duruyor.İnsanın aklı şaşırıyor.Konu aşk olunca kimse dayanamıyor.Kimse önüne geçemiyor.Ne kadar içini dökecek bir dostun olmasa da kağıt ve kalemin var.Fakat bir top kağıt koysalar bile önümüze aşkı sığdıramayız ki.Kendimizi ne kadar avutursak avutalım bur da da olduğu gibi kendimizi kandırırız.Sevdiğine çık gel bile diyemeyeceği için hasrete alışmış, hayalinde sezgilerinde sevmeye devam etmiş.Ne olursa olsun bir insan yedisinde neyse yetmişinde de odur.Hiç bir zaman huylu huyundan vazgeçmez.Bunun acısı da hemen geçmez.Ne doktorsa ne hekimde yaranın ilacını bulamazsınız.Çünkü yaranız o kadar derindir ki artık etki yaratmaz.İnsan sevdiği şeylere boşuna bağlanmaz.Demek ki varmış bit bildiği.Mutluluğun ortasına düşünce gittikten sonra insan bahtına da ağıt yakıyor,son bulduğuna da.Aşkı tarif etmek zor.Bu acıyı çekmeyen bilemez.Bu koşma türünün de konusu Mihriban'a olan hasret.
ŞAİRİN HAYATI,SANATI VE ESERLERİ HAKKINDA BİLGİLER:
Kahraman Maraş , şair ve yazarlar açısından zengin bir şehirdir. Necip Fazıl Kısakürek, Cahit Zarifoğlu, Nuri Pakdil, Bahaettin Karakoç, Abdurrahim Karakoç, Rasim Özdenören, Erdem Bayezit, Tahsin Yücel, Şevket Yücel; yeni edebiyatın önde gelen simalarındandır.
Abdurrahim Karakoç, 7 Nisan 1932'de Kahramanmaraş'ın Elbistan ilçesine bağlı Ekinözü (Cela) köyünde dünyaya geldi. İlkokulu bitirdikten sonra bir müddet köyünde marangozluk ve uzun yıllar da çiftçilik yaptı.
İlk yazdığı şiirleri, 2 kitap olarak çıkacak hacimdeyken beğenmeyip yaktı ve 1958 yılından itibaren yazıklarını "Hasan'a Mektuplar" adı altında 1964 yılında 10.000 adet bastırdı. Fedai Yayınları arasında çıkan bu eser, kısa zamanda tükendi ve 2. baskısını yine 10.000 adet bastırdı.[2] Sonraki yıllarda ise şiirlerinin bir bölümünü topladığı, "Akıl Karaya Vurdu", "Vur Emri", "Beşinci Mevsim", "Suları Islatamadım", "Kan Yazısı", "Gök Çekimi", "Dosta Doğru" ile sohbet, mektup ve röportajlardan oluşan "Çobandan Mektuplar" adlı kitapları yayımlanacak ve bu kitaplardan bazıları, yaklaşık 20 baskı yapacaktır.
1958 yılında bulunduğu kasabada belediye mesul muhasibi olarak memuriyete girdi. 1981'in Mart ayında emekli oldu.
Karakoç, 1985 yılından itibaren gazetecilik yapmaktadır. Bir ara politikaya girdi ve ayrıldı. Niçin girip niçin ayrıldığını bir röportajında şöyle cevaplandırdı:
«Allah rızası için girmiştim, Allah rızası için ayrıldım.»
Çeşitli radyo ve televizyon programlarına katılan Karakoç'un şiirleri, bugüne dek birçok araştırmada aktarıldı.
Karakoç'un politik taşlamaları kadar sevgi şiirleri de hemen her kesimde yankı bulmakta ve birçok sanatçı tarafından bestelenmekte ve okunmaktadır."Mihriban" adlı şiiri, notaya dökülerek yıllardır gönüllerden düşmeyen bir türküye dönüşmüştür.
Abdurrahim Karakoç, evli ve 3 çocuk babasıdır. 1984'ün Ekim ayından bu yana Ankara'da ikamet etmektedir. Şimdilerde politikayla uğraşmakta ve günlük bir gazetede köşe yazıları yazmaktadır.
Hastalığı
2012 yılında ciğerlerindeki enfeksiyon nedeniyle bir süre Konya'da tedavi gören Karakoç'un, vefat ettiğine dair 24 Nisan 2012 tarihinde l gazetesinde asılsız haberler yayımlanmış, sanatçıyı 25 Nisan 2012 günü tedavi gördüğü hastanede Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ziyaret etmiştir.
7 Haziran 2012 tarihinde, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesinde yoğun bakımda iken hayatını kaybetti.
Ankara'daki Bağlum kabristanında defnedilmiştir.
Yayınlanmış eserleri
Hasan'a Mektuplar (1965)
Akıl Karaya Vurdu(1965)
Eli Kulakta (1969)
Vur Emri (1973)
Kan Yazısı (1978)
Suları Islatamadım (1983)
Beşinci Mevsim (1985)
Dosta Doğru, Akıl Karaya Vurdu (1994)
Yasaklı Rüyalar (2000)
Gökçekimi (2000)
Gerdanlık - I (2000)
Gerdanlık - II (2002)
Parmak İzi (2002)
Yağmur Yerden Yağar (2002)
Anadolu'da Bahar(2006)
Barış Çağrısı-Dünya Barışına Çağrı Grubu-Meneviş Yayınları(2009)
Aynanın İki Yüzü
Mehmet Akif Ersoy – Çanakkale Şehitlerine Şiiri Açıklaması
Çanakkale Şehitlerine
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle ‘bu: bir Avrupalı’
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Çanakkale Boğazındaki savaşın bir benzeri dünyada görülmüş değildir. Bu savaşta en kuvvetli orduların dört beş tanesi birden saldırmakta, bir kaç donanma ile kuşatılmış ve bombalanmakta olan ufak bir kara parçası üzerinden geçerek Marmara’ya inmek istemekteler.
Bu saldırı o kadar umutsuzca ve dengesiz ki, düşman savaş gemilerinin çokluğundan ufuk gözükmüyor. Yaptığı vahşiliklerle hemen kendini tanıtan ve “Bu bir Avrupalıdır” dedirten yırtıcı, acımasız sırtlan topluluğu nerede varsa, hepsi kafeslerinden boşanıp gelmişler.
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Avusturalya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Eski Dünya, Yeni Dünya bütün ulusların insanları hep burada. Bu vahşi kalabalık o kadar çok ki, sanki kum gibi kaynamaktalar. Ortalık adeta bir mahşer günü gibi. Savaşmak için dünyanın dört bir tarafından gelmişler. Avusturyalı ile Kanadalıyı yan yana görüyorsun. Bunların herşeyi farklı. Yüzleri, dilleri, renkleri. Kimi Hintli, kimi yamyam veya başka bir bela. Fakat hepsinin tek ortak özelliği var. Vahşet… Çok bulaşıcı ve öldürücü bir hastalık olan veba salgını bile, topluca yapılan bu vahşi saldırılar yanında basit kalır.
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Asaletine övgüler yazılan yirminci asır yok mu? Onun övdüğü şeylerin hepsi en aşağı en alçak varlıklardır. Yirminci asrı temsil eden o alçak varlıklar; Mehmetçiğin karşısına geçip aylarca hırslarını, kinlerini kustular, kötü emellerini aylarca ortaya döktüler.
Maskesi düşüp gerçek yüzü ortaya çıkmasaydı; biz o medeniyete hayran olmaya, onu güzel görmeye devam edecektik. Fakat gördük ki, medeniyet denilen yalancı, kalleş, utanmaz bir sahtekarmış. Üstelik o lanet olasının elinde, her biri bir memleketi harap edecek kadar korkunç silahlar var. O silahlarla saldırıyor.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sis-i İlahi o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedi serhaddi;
‘O benim sun’-i bedi’im, onu çiğnetme’ dedi.
Asım’ın nesli…diyordum ya…nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
‘Gömelim gel seni tarihe’ desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
‘Bu, taşındır’ diyerek Kâ’be’yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…
Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın…Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif Ersoy
MEHMET ÂKİF ERSOY’UN “ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ” ADLI ŞİİRİNDE DİL VE ÜSLÛP - Çanakkale Şehitleri Şiiri İncelemesi
Çanakkale Şehitleri Şiiri incelemesi:
Türk edebiyatının güçlü simalarından Fuat Köprülü, edebi esere dönemin tarihî ve sosyal yapısının etki ettiğini değişik şekillerde ifade etmiştir. Merhum Mehmet Kaplan’a göre de insanın ailesi, çevresi, çocukluğu, mahallesi vs. faktörler onun düşünce ve yazı hayatına azımsanamayacak derecede tesir etmektedir. İşte bu noktadan hareketle Mehmet Âkif Ersoy’un yaşadığı dönemin siyasî ve sosyal yapısının yanında ailesi, yakın çevresi vb. durumlarının da sağlıklı bir şekilde bilinmesi gerekmektedir. Genel hatlarıyla bakıldığı zaman 19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başlarındaki Osmanlı İmparatorluğu savaşların kıskacında kalmış yoksul bir devlet görünümündedir. Dönemin devlet görünümüyle Âkif’in hayatı arasında bir benzerlik söz konusudur. Yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Âkif, 63 yıllık hayatı boyunca bir kez olsun refaha ermemiştir. Yoksulluk, acı, gurbet Âkif’in ruhunda ve ruhunun yansıması olan şiirlerinde açıkça görülmektedir.
Mehmet Âkif Ersoy’un şiirlerinde sosyal düşünce hakimdir. Kişisel sanat gayelerinden uzak insanlığı ve kendi milletini kucaklayan, ‘ben’ duygusu yerine ‘biz’ duygusunun hakim olduğu şiirler Âkif’le bütünleşmiştir. Âkif denilince çileli ve sıkıntılı bir hayat akla gelir. Memleket sevdası ise şâirimizde hiçbir zaman zerre kadar eksilmemiştir. Edebiyat ve sanat görüşü açısından milli şâirimizin şu sözleri dikkate değerdir.
“Edebiyatı nasıl telakki ettiğimizi, nasıl bir meslek tutmak istediğimizi şimdiye kadar çıkan yazılarımız elbette göstermiştir. Şiir için, edebiyat için –süs-, -çerez- diyenler var. Karnı tok, sırtı pek milletlere göre bu söz belki doğrudur. Lâkin bizim gibi aç, çıplak milletlere süsten, çerezden evvel giyecek, yiyecek lâzım. Onun için ne kadar süslü, ne kadar tatlı olursa olsun, libas hizmetini, gıdâ vazifesini görmeyen edebiyat bize hiç söylemez.”[3]
Mehmet Âkif Ersoy’un şiirlerinin toplandığı yedi ciltten oluşan meşhur esere Safahat adı verilmektedir. 11.240 mısrada müteşekkil bu eserde toplam 108 şiir bulunmaktadır. İçerisinde Çanakkale Şehitleri’nin de geçtiği altıncı kitap ‘Asım’ 2292 mısradan oluşmaktadır. Bu kitap iki kez basılmıştır. (1924 – 28) Safahat içerisinde her açıdan en kıymetli şiir Âsım’dır. Şâirin hemen hemen her konuya bakışını, fikir ve düşüncelerini barındıran Âsım’ın bize göre en önemli kısmı meşhur Çanakkale Şehitleri[4] şiiridir.
Dış (devrin sosyal ve kültürel şartları, aile çevresi ) ve iç (mizaç, ruhi durum) etkenlerin tabi bir sonucu olarak Âkif’in edebi karakteri sanatçının kendi ruhunda yoğrulup şekillenmiştir. Bu durum Âkif’i diğer edebi şahsiyetlerden ayıran, onu özgün kılan üslûp kişiliğini oluşturmuştur. Sanat eserinde şekil ve dış yapı arasında uzak olmayan bir bağlantı olduğu için sanatçının iç dünyasında şekillenen dinamitler onun dil ve üslûbunu da aynen yansımıştır.
Milli şâir Âkif’in her şiirinde onun dil ve üslûbunu anlayabileceğimiz ipuçları mevcuttur. Âkif kelimenin tam anlamıyla milli, dini ve kültürel değerlerine son derece bağlı bir mütefekkir şâirdir. Türk edebiyatında aruz’u Türkçe’ye en güzel biçimde uygulayan şâirlerimizden biri de kuşkusuz Mehmet Âkif Ersoy’dur. Yerli olmayan bir şiir ölçüsü Âkif’in şiirlerinde milli vezin olarak göze çarpmaktadır. Çanakkale Şehitlerini de içine alan Safahat’ın altıncı kitabı olan Âsım bu açıdan Türkçe’nin ve aruz ölçüsünün muhteşem bir hünerle kullanıldığı pürüzsüz konuşmalar ve ince nüktelerden ibarettir. “Bu manzum eserde Âkif’in Türk milletine karşı büyük îmanı ve bu îmanın şerefli bir terennümü olan Çanakkle Şehidleri için yazdığı âbide şiir de vardır.”[5] Her yönüyle milliliği esas alan Âkif’in dil ve üslûp görüşü şöyledir:
“Sâde yazmak bizim için asıldır. Ne zaman bu asıldan ayrı düşmüşsek, mutlaka muztar kalmışızdır. Yalnız sâdelikde –cennet- i beğenmeyip –uçmak-, -cehennem- i bırakıp –tamu- diyecek kadar ileri gidecek değiliz. Hele dilimizin şivesini, ister Napolyon çizmesi çekmiş ister İngiliz çorabı giymiş olsun, hiçbir ecnebi ayağına çiğnetmeyeceğiz. Bu hususta ne kadar ta’assub, ne kadar muhafazakarlık kabilse göstereceğiz. Evet, eskiler gibi Arapça, Acemce düşünülüp; yahut yeniler gibi Fransızca, Almanca tertip eyleyip Türkçeye ondan sonra nakl olunan yazılara karşı gücümüz yettiği kadar hücûm edeceğiz. Zira şu hakikate iyice inanmışız ki: Dilsiz millet gibi şivesiz dil de yaşamaz; her memleket nasıl kendi tabiî hududu dahilinde ilerlerse, her dil de kendi fıtrî şivesi dairesinde terakki eder. Lisanın şivesine uymayan eserler mahdud bir kısım halk arasında bir müddet yaşar; lâkin sonra da ölür gider.”[6]
Türk edebiyatında en güzel ve etkileyici Çanakkale şiiri olarak bilinen Mehmet Âkif Ersoy’un Çanakkale Şehitleri adlı şiiri 84 mısradan müteşekkildir.
Günlük konuşma dilini şiir diline uyarlayarak sosyal bir şiir dili doğuşuna öncülük yapan Mehmet Âkif Ersoy’un dil ve üslûp özelliklerini tespit edebilmek için onun bazı özelliklerini bilmemiz gerekir. Vatan şâiri Âkif’in genelde edebî şahsiyetinin özelde dil ve üslûp özelliklerinin oluşmasına tesir eden bazı özellikleri şunlardır:
- Samimiyet ve içtenliği
- Eşine az rastlanır dostluğu
- Yalnızlığı
- Siyasetten uzak duruşu
- Okuyan ve okutan bir yapısının olması
- Fedakarlığı
- Vefanın timsali olması
- Cehalete düşman olması
- Dindarlığı
- Vatanseverliği
- İdealist yapısı
- Cömert ve mütevazı olması
- Cesur ve dürüst olması
Arap, Fars ve Fransız dillerini iyi derecede bilen Âkif aynı zamanda mükemmel bir Türkçeciydi. 1919 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından oluşturulan Kamûs-i Arabî Heyeti’nde başkan olarak görev yapan Âkif’in Arapça kelimelere bulduğu Türkçe karşılıklar heyetteki herkesi hayretler içinde bırakmıştır.
Çanakkale Şehitleri şiirinde Mehmet Âkif Ersoy’un dil ve üslûp özelliklerini (kısmî olarak) yansıtan bazı ifadeleri şöyle sıralayabiliriz.[7]
1. Yerel, mahalli ağız kullanımı: Bu şiirde Âkif çağdaşlarına göre gayet sâde ve anlaşılır bir Türkçe kullanmıştır. Şiirde geçen kafa, ayak, el, kol, bacak, çene, çelik, sürü, yaylım, yıldırım, sırt, sağnak, dağ, taş, öte, beri, eski, yeni, çehre, ordu, dört, kara, yoksul, vahşet vb. kelimeler Anadolu insanına çok uzak olmayan tarzda günlük hayatta sıkça kullanılan sözlerdir. Bu kelimelere bakan birisi Âkif’i bir halk edebiyatı şâiri gibi düşünebilir. Belki de Âkif’i güzelleştiren, onu Türk halkına sevdiren özelliklerinden birisi de yerel ağız kullanmasıdır. Bu hususta şâirin ne kadar hassas olduğunu daha önceden belirtmiştik.
2. Soru sorarak anlamı güçlendirme: Milli şâir Âkif’in bütün şiirlerinde olduğu gibi bu şiirde de soru sorma sanatını (istifham) sık sık kullandığını görmekteyiz. Hatta şiirin başlangıç kısmı bile ‘Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? diyerek başlar. Edebiyat literatüründe Şaşırtma Üslûbu’[8] olarak bilinen konu içerisinde soru sorma (istifham) alt madde olarak geçer. “Şâir bazı olaylar ve durumlar karşısında şaşkınlık, hayret ve hayranlık duygularını daha belirgin kılmak, güçlendirmek için cevap beklentisi içinde olmadan sorular sorar.[9]” ‘Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?’ derken okuyucunun ne kadar derinden etkilendiği ortadadır. Usta şâir Âkif ruhundaki mistik duyguları sâde dille yoğurarak enfes şiirlerini okuyucuya ikram eder.
3. Övgü: Şâir söylemlerini daha çekici hale getirmek için şiirde kendini veya bir başkasını över. Bu şiirde Âkif, vatan için gözünü kırpmadan canını feda eden asker için övgüler yağdırır. Hatta bir yerde Çanakkale Şehitlerini Bedir Savaşı’ndaki askerlere eş tutarak
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid’i..
Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlı idi.
demektedir. Şiirde geçen diğer övgü mısralarından bazıları şunlardır:
Bu şiirin büyük bölümünde Mehmetçik’e övgü vardır.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sis-i ilâhi o metin istihkam.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın
4. Yergi: Âkif, duygu zengini bir şâirimizdir. Yedi devletin birleşip zayıflamış bir devlete saldırmasını hainlik olarak niteleyen milli şâir özellikle bu şiirin başlangıç kısımlarında düşman devletlerini nefretle anlatır.
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En keşif orduların yükleniyor dördü beşi
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya
derken Osmanlı’nın aczi karşısında düşman ordularının acımasızlığını bu mısralarla dile getirir. Bazen içindeki öfke ve deniz dalgası gibi kabarır ve:
Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde – gösterdiği vahşetle – bu bir Avrupalı!
Dedirir yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahud kafesi!
Şeklindeki söylemleri kullanarak durumu şu mısrasıyla özetler.
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk;
Sâde bir hadise var ortada: Vahşetler denk
Başlangıç kısımlarında düşmana yergi, son kısımlarında ise Mehmetçik’e övgü vardır. Bazı yerlerde Âkif’in kızgınlığı o kadar artar ki şâir:
Kusdu Mehmetçiğin ağlarca durup karşısına
Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.
5. Seslenme: Söylev ve nutuk olarak da bildiğimiz seslenme üslûbu ile şâir bir hatip edası ile söylemlerinin tesirini artırır, söyleyişe canlılık kazandırır. Âkif’in öne çıkan yanlarından birisi zaten onun hatip olmasıdır. Bu şiirde Âkif düşman zulmünü anlatmak, duyduğu derin acıyı aksettirmek için çoğu kez seslenme yoluna başvurur. Metrekareye 6 bin merminin düştüğü savaş meydanında mermiler askere değil de Âkif’in kalbine saplanmış gibidir. Mehmetçik için;
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
diye seslenen Âkif’in bu şiirinin çeşitli yerlerinde hitabeti örneklendiren diğer mısralar şunlardır:
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
Âh o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil
6. Karşılıklı Konuşma: Mehmet Âkif Ersoy’un pek çok şiirinde olduğu gibi ( Mahalle Kahvesi, Seyfi Baba gibi) bu şiirinde de doğrudan olmasa da dolaylı olarak bir diyalog söz konusudur. Çanakkale Şehitleri şiirinin genelinde bir sohbet, karşılıklı konuşma havası vardır. Şiiri okuyan kişi kendisini muhatab alabilir. Âkif bu şiirde doğrudan okuyucuyu muhatab kabul etmektedir. Bu durum şiiri etkin kılma yolunda ( şâir ve okuyucu açısından) son derece önemlidir.
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
‘Bu, taşındır’ diyerek Kabe’yi diksem başına;
Nerde gösterdiği vahşetle ‘bu: bir Avrupalı!’
Hangi kuvvet onu, haşa, edecek kahrına râm?
mısraları durumu örneklendirmektedir.
7. Tasvir: Anlamı açık seçik biçimde ortaya koymada başvurulan üslûp tarzlarından birisi de tasvirdir. Âkif muazzam bir tasvir yeteneğine sahiptir. O, gözüyle gördüğü herşeyi tıpkı bir fotoğraf makinesi gibi resmeder. Meşhur eseri Safahat’ın geneline bakıldığı zaman tasvir konusunda ne kadar usta olduğunu görebiliriz. Bu şiirde ise düşmanın durumu ve niteliği, savaş meydanı, Osmanlı devletinin zayıflığı, Türk askerinin imanı dikkate değer şekilde tasvir edilmiş, betimlenmiştir. Bilinen bir gerçek var ki Âkif Çanakkale Savaşlarını görmeden bu şiiri yazmıştır.
Eski Dünya Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mahşer
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı…
Övgü, yergi, soru, karşılıklı konuşma, hitabet vb. üslûp şekillerini bu şiirde başarıyla
uygulayan Âkif kendine has bir çizgi oluşturmuş şâirlerimizdendir
Şimdi de üzerinde durduğumuz şiiri dil özellikleri ile ele almaya çalışalım.
“Şiirde dil, bilinen anlamıyla insanlar arası iletişim kurma aracı değildir. İletişimsel kullanımının ötesinde bir işlevi vardır. Şâir, duygusal ve imgesel yönü ağır olan bir dil kullanır. Şiirde görülen dil, dilin alışılmış düzeninden farklı bir yapı arz eder. Söz ve kelime oyunlarına yer verir. Şâir, dilin tüm imkanlarını kullanarak onun, daha çok iletişimsel boyutu değil, sezdirimsel boyutu üzerinde durur.[10]”
Kendine özgü bir şiir dili oluşturmayı başaran Âkif, şiirlerinde günlük konuşma diline yakın ifadelere yer verir.
8. Parantez İçi Cümle ve İfadelere Yer Verme: Bu şekilde şiir yazma dilin daha düzgün kullanımı açısından pek de hoş karşılanmaz. Fakat Türk dilini aruz ölçüsüne uydurmak da sanıldığı kadar kolay değildir. Bu yönden bakıldığı zaman sözü edilen ifade şekli zaman zaman kullanılmıştır.
Nerde – gösterdiği vahşetle – ‘bu bir Avrupalı’
Dedirir – yırtıcı, his yoksulu, sırtlar kümesi,
‘Gömelim gel seni târihe’ desem sığmazsın
‘Bu taşındır’ diyerek Kâbe’yi diksem başına
mısralarında bu durumu görebilmekteyiz.
9. Ünlemler: Âkif yazdığı bu kahramanlık şiirinin çok yerinde ünlem kullanmayı tercih etmiştir. Bu ifade şekli durumun önemini ortaya koymaktadır.
Bir hilâl uğruna yâ Rab ne güneşler batıyor!
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kovada!
10. İkilemeler: Anlamın etkisini artırmak için aynı, yakın anlamlı ve zıt kelimelerin tekrar edilmesidir.
Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mahşer
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela?
Şüheda gövdesi, bir baksana dağlar, taşlar…
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana
Uzanırken gece mehtabı getirsem yanına
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem
En keşif orduların yükleniyor dördü beşi
11. Deyimler: Sıkça kullanılan bağdaştırıcılardandır. Âkif mahalli dili çok sevdiği için olsa gerek bu şiirinde de deyimlere sıkça yer vermiştir. Deyimlerden bazıları şunlardır:
yol bulmak, kum gibi kaynamak, beyninden inmek, ölü püskürmek, sağnak sağnak boşanmak, mermi gibi yağmak, namusumuzu çiğnetmemek, uzanıp yatmak, dar gelmek, tarihe gömmek, taş dikmek, tavan satmak, yara sarmak, hüsrana bağmak, kucak açmak
12. Cümle: Şiir dilinde cümleler genellikle devrik yapıda olur. Çanakkale Şehitlerinde de cümlelerin büyük çoğunluğu devriktir.
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber
Saçıyor zırha bürünmüş o namerd eller
Cümlelerin çoğunda eksiklik görmekteyiz. Bir başka ifadeyle eksiltili cümle görmekteyiz.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayrân…
İsim ve fiil cümlelerinin her ikisi de kullanılmıştır.
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana (Fiil cümlesi)
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o gün..(İsim cümlesi)
13. Özel Ad Kullanımı: Şiiri etkin ve canlı hale getirebilmek için şâirler, meşhur adlardan yararlanırlar. Bu şiirde Âkif; Kılıçaslan, Selahattin (Eyyubi), Bedir, Kanada, Ostralya, Peygamber (Hz. Muhammed S.A.V.), Süreyya, Marmara, Avrupa gibi adlardan yararlanmıştır.
14. Söz Varlığı: Âkif’in düşmanı nitelemek için kullandığı sözler genellikle öfke ve kızgınlık anında kullanılan kelimelerdir. Bela, kahbe, yamyam, his yoksulu, yırtıcı, sırtlan kümesi, yüzsüz, mel’un gibi.
Şiirde savaş anlatıldığı için muharebe terimleri de sıklıkla kullanılmıştır. Bunlardan bazıları;Top, tüfek, zırh, istihkam, tabya, gülle, mermi, bomba vb. kelimelerdir. Aruz veznini Türk diline uygulamada çok başarılı olan şâirimiz bu şiirinde de aruz ölçüsü kullanmayı ihmal etmemiştir. Şiirin ölçüsü şu şekildedir: