28 Mayıs 2014 Çarşamba

Mehmet Akif Ersoy Eserleri - Devamı



Zeynep Nur İsimli Ziyaretçimizin Yorum olarak yazdıkları'dır. Kendisine Teşekkür ederiz


Mehmet Âkif Ersoy’un önemli yapıtları (eserleri) nelerdir?


Safahat”, Mehmet Akif Ersoy’un şiirlerini topladığı yedi kitaplık şiir külliyatının adıdır. İçinde 11.240 mısra tutan 108 şiir bulunmaktadır. Şair, İstiklal Marşı'nı Safahat'a koymamıştır. Nedenini ise şöyle açıklar: "Çünkü ben onu milletimin kalbine gömdüm"



Birinci kitap, yalnız “Safahat” adını taşır. Bundan başlayarak sıra numarası almış bulunan öteki kitapların ayrıca isimleri vardır. Müstakil ciltler hâlinde ve farklı zamanlarda birkaç baskı yapmış olan kitaplar, latin harfli baskılarından önce bir arada, tek cilt içinde yayınlanmamıştır.

Yedi kitabın ilk altısının bütün baskıları İstanbul’da, yedinci kitabınki ise Kahire’de yapılmıştır. Safahat’ı teşkil eden yedi kitabın mısra sayıları ile eski harflerle yapılmış baskılarının tarihleri şöyledir:

1. Safahat: Siyasal olaylar, mistik duygular, dünyevi görevlerden bahsedilir. 44 şiir, 3084 mısra. Üç baskı: 1911, 1918, 1928.
2. Süleymâniye Kürsüsünde: Süleymaniye Camisi'ne giden iki kişinin söyleşileri ile başlar, kürsüde Seyyah Abdürreşit İbrahim'in konuşturulduğu uzun bir bölümle devam eder. Bir şiir, 1002 mısra. Dört baskı: 1912, 1914, 1918, 1928.
3. Hakkın Sesleri: Topluma İslami mesajı yaymaya çalışan on manzumedir. Ateizme, ırkçılığa, umutsuzluğa çatılmaktadır. 10 şiir, 482 mısra. Üç baskı: 1913, 1918, 1928.
4. Fatih Kürsüsünde: Fatih Camisi'ne giden iki kişinin söyleşileri ile başlar, vaizin uzun konuşması ile devam eder. Tembellik, irtica (gericilik), batı taklitçiliği eleştirilir. Bir şiir, 1692 mısra. Dört baskı: 1914 (iki baskı), 1918, 1924.
5. Hatıralar: Akif'in gezdiği yerdeki izlenimleri ve toplumsal felaketler karşısında Allah'a yakarışını içerir. 10 şiir, 1314 mısra. Üç baskı: 1917, 1918, 1928.
6. Asım: Hocazade ile Köse İmam arasındaki konuşmalar şeklinde tasarlanmış tek parça eserdir. Eğitim-öğretim, ırkçılık, savaş vurgunculuğu, batıcılık, gibi pek çok konudan bahseder. Bir şiir, 2292 mısra. İki baskı: 1924, 1928.
7. Gölgeler: 1918-1933 arasında yazılmış 41 adet manzumeyi içerir. Herbiri, yazıldıkları dönemin izlerini taşır. Üç tanesi ayet yorumu şeklindedir. 41 şiir, 1374 mısra. Bir baskı: 1933.

Mehmet Akif Ersoy'un Tefsirleri


Mehmet Akif’in tefsir yazılarının hepsi elli yedi tanedir. Bunların on sekizi manzum olarak yazılmış olup, Safahat’a alınmışlardır. Elli üç tanesi âyet ve dört tanesi hadis üzerine yazılmıştır. Çoğunun uzunluğu bir sayfadan azdır. Akif Bey, memleketin ve halkın o günkü meselelerine hitap eden bir veya birkaç ayet veya hadîsi mevzu alarak, okuyuculara onlarla yol göstermeye çalışmıştır. Dolayısıyla bu yazılar, tefsir ilmi bakımından değil, zamanın meselelerine bakış açısından mühimdirler.

Mehmet Akif Ersoy'un Mektupları


Hâlen elli kadar mektubu ve bazı mektup parçaları yayınlanmış bulunan Mehmet Âkif’in, dağınık hâlde, bazı kimselerin elinde birkaç yüz mektubunun bulunduğunu tahmin etmekteyiz. Bunların toplanarak yayınlanması, şairimizin düşünceleri, hayatı ve yakın tarihimiz bakımından çok faydalı olacaktır.

Mehmet Akif Ersoy'un Vaazları


Mehmet Âkif Ersoy’un bir tanesi kitap içinde yayınlanmış, diğerleri konuşma sırasında Eşref Edib tarafından tesbit edilmiş olan, dokuz konuşması, va’azı (mev’izası) vardır. Bunlardan birincisi, bir kulüpte konuşma şeklinde yapıldıktan sonra, “Mevâiz-i Dîniye” kitabında yayınlanmıştır. Kalan sekiz va’azın üçü Balkan Harbi içinde İstanbul’un üç büyük camiinde (Beyazıt, Fâtih, Süleymâniye); birisi Balıkesir Zağnos Paşa Camii’nde; üçü ise Kastamonu’da Nasrullah Camii’nde ve şehrin kazalarında verilen va’azlardır. Her bakımdan çok önemli konuşmalardır.

Mehmet Akif Ersoy'un Tercümeleri


Mehmet Âkif, 1908’den sonra, hepsi de dergisinde yayınlanmış ve 268 tefrika devam etmiş olan 55 ayrı tercüme yapmıştır. Bunların birkaçında “Sa’di” takma adını kullanmıştır.

Tercümeler, beşi Arapça ve biri Fransızca yazmış olan altı yazardan yapılmıştır. Tercümelerin yazar ve tefrika sayısı bakımından dağılışı şöyledir: Ferid Vecdi: 7 tercüme, 73 tefrika/M. Abduh: 31 tercüme, 48 tefrika / A. Refik: Bir tercüme, 3 tefrika / Şeyh Şiblî: Bir tercüme, 10 tefrika/A. Câviş: 13 tercüme, 122 tefrika/Said Halim Paşa (Fransızca): 2 tercüme, 12 tefrika…
Kitap olarak basılmış tercümeleri:

1. “Müslüman Kadını”, Ferid Vecdi;
2. “Hanoto’nun Hücumuna Karşı Şeyh Muhammed Abduh’un İslâm’ı Müdâfa’ası”;
3. “İslâmlaşmak”, Said Halim Paşa;
4. “Anglikan Kilisesine Cevap”, Abdülaziz Câviş;
5. “İçkinin Hayât-ı Beşerde Açtığı Rahneler”, Abdülaziz Câviş.

Mehmet Akif Ersoy'un Makaleleri


Çeşitli cemiyet, edebiyat ve fikir meseleleri üzerine, makale, sohbet ve hatıra şeklinde kaleme alınmış elli yazıdan ibarettir. Bunların on yedisi “Hasbihâl”, on biri “Edebiyat Bahisleri”, dördü “Eski Hâtıralar”, ikisi “Letâif-i Arabdan” genel başlıkları altında –bazan ikinci bir başlık daha taşıyarak– yayınlanmışlardır. On beşinin ise ayrı başlıkları vardır. Mehmet Âkif’in düşünceleri, bilgisi, kültürü ve irfanı, çok samimî bir dille kaleme aldığı bu yazılarında görülmektedir.

Mehmet Akif Ersoy'un Safahat Dışında Kalmış Eserleri


Mehmet Akif Bey, Halkalı Baytar Mektebi’nin son sınıflarında bulunduğu sıralarda (1891-1893), şiirlerini zamanın dergilerine göndermeye başlamıştı. 1908 sonrasında, yazdıklarını devamlı olarak yayınlamaya başlamadan önceki yıllarda da, önemli bir şair olarak tanınmış ve kabul edilmişti. Gerek dostlarına gönderdiği manzum mektuplar ve gerek diğer manzumeleri, şiir meraklıları tarafından yazılarak elden ele yayılıyordu.

Mehmet Akif, 1908’den önce yazdığı şiirlerinden birkaçını, 1908’den sonra neşretmekle beraber, beğenmediklerinin hepsini ortadan kaldırmıştır. Kendisinin, ikinci bir Safahat hacminde olduğunu söylediği eski şiirlerinden, sadece, 1900’den önce yayınlanmış olanlarla, ele geçen mektuplarında bulunanlar ve meraklıların defterlerinde kalanlar kurtulmuşlardır.

Bunu biliyor muydunuz:

İstiklâl Marşımız 1453 harften, 571 heceden oluşmaktadır.

Olgunlaşmak



Artık eskisi gibi her hafta sonu birileri ile dışarı çıkmak istemiyorum. Beni yoran ilişkiler, yeni tanışmalar, yeni yüzler aramıyorum. Eski dostlukların da özetini çıkarmaya başladım.


İlişkilerde tasarrufa gidiyorsun her şeyde olduğu gibi ve gereksiz insanları hayatından atmak istiyorsun.

Yapmacık, inanmadan konuşmak istemiyorum artık.

Beni anlamayanlarla konuşmak cümle kirliliği yaratıyor ve hak edenlere saklıyorum enerjimi.

İstediğime istediğimi deme özgürlüğüne sahibim, eleştirme hakkını oluşturan yaşamışlık ve yeterli yaş faktörü artık bende de var.

'Ben demiştim' ,'ben bilirim', 'ben zaten anlamıştım',

Sendromunda olanlarla arkadaşlıkları bir kez daha sorguluyorsun. İlişkilerini sadeleştirmeye başlayınca sıra iyi ve kötü gün dostlarını ayıklamaya geliyor. Kötü gün dostlarını belirliyor ve onlara daha çok önem veriyorsun.

İyi gün dostu bulmak ne kadar kolaysa kötü gün dostu bulmak bir o kadar zor, biliyorum.

Dostlar ihtiyaç olduğunda göçmen kuşlar gibi sıcağa uçuyor ve sadece seninle birlikte sürüden ayrı düşenler kalıyor.

Zamanın ne kadar kıymetli olduğunu öğreniyorsun buralara kadar gelirken.

Uzun düz otobanlardan olduğu gibi, kestirme bozuk yollardan da ulaşabilirsin hedeflerine.

Kestirmeleri de öğrendim gide gele.

Boş geçen her saniye değerli artık.

Daha yapılacak çok şey var ama, kendimi çok yormaktan çok hırpalamaktan yana değilim.

Gerektiğinde 'HAYIR' demeyi öğrendim ve bu kelime başta karşındakine kırıcı gelse de senin için hayat kurtarıcı olabiliyor.

Sevgiye önem vermek gerektiğini, zamanı geldiğinde elinde sadece sevginin kalacağını biliyorum.

Sevgi paylaşıldıkça oluşuyor, olgunlaşıyor.

Aileme ve seçtiğim tüm dostlarıma daha önce göstermediğim sevgi, anlayış ve ilgiyi gösteriyorum. Biliyorsun ki gidenlerin ardında sadece iyilikler kalıyor, ne kadar sevgi dolu olduğu hatırlanıp anılıyor.

Bana çok genç olduklarını hatırlatırcasına nedense tecrübelerimi, fikirlerimi sormaya başladılar.

Vereceğim cevaplar belki çok anlamsız geliyor ama yine de dinliyorlar ama ben biliyorum ki yasamadan hiçbir şey öğrenilmiyor.

Yasamışlığın oluşturduğu bir alçak gönüllülükle gülüyorum içimden sadece.

Artık daha şık giyiniyorum, senelerle birikmiş dolaplar dolusu kıyafet var ve bunları kendimle paylaşmalıyım.

Önce kendine güzel görünmelisin, kendi zevkime göre giyinmek istiyorum, böyle hissediyorum.

Modaya uymak adına popumun sığmadığı düşük bel pantolonlara sığmıyorum diye kendimi üzme tercihini de kullanabilirim .

Ayıp, günah yada ne derler korkuları çoktan geride kaldı.

Dostlarıma, kendimize yemek yapmak hoşuma gidiyor. Mutfak eskiden bir zulüm iken şimdi zevk aldığım mekanlar arasına giriyor.

Farklı lezzetler denemek güzel ve kendi lezzetimi kendimde yaratabileceğim belli bir damak zevkim ve mutfak kültürüm oluştu.

Sonra Sezen'in şarkısındaki gibi anneni daha sık düşünüyorsun ve hatta anlıyorsun.

İşte bu yeni alışmaya başlanan ve giderek hoşa giden yeni duruma olgunluk deniyor.

Yasamışlığın, görmüşlüğün, geride kalmış üflenmiş doğum günü mumlarının bir sonucu kendiliğinden ortaya çıkıyor hayatın bir dönemecinde bu olgunluk.

Ne zaman dersen herkese göre, ne kadar dolu yasadığına göre değişiyor bu olgunluk çağına ermek.

İnanın bana hayattaki düşüşler, zor alınan virajlar bu zamanı hızlandırıyor.

Kendi dünyanın küçüklüğünü keşfetmek ve buna rağmen kendinin kıymetini bilmek çok ise yarıyor.Bir gün hepimizin bu huzurlu olgunluğu bulmasını diliyorum...

-Can Dündar